17 AĞUSTOS DEPREMİ ve HATIRLATTIKLARI
‘’İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor’’(1)
Evet biz yaptıklarımızın ceremesini çekiyoruz. Bu zemini sağlam olmıyan bölgemize habire binalar dikiyor, fabrikalar kuruyoruz. Arık aşikar olan deprem tehlikesiyle adeta kumar oynuyoruz. Kaybedeceğimiz kesin de ne zaman kaybedeceğiz tarih itibariyle belirsiz. 17 Ağustosdan beri çok şey yapılabilirdi ama biz çözüm üretmedik laf ürettik , uygulanmıyan masada kalan sözde projeler ürettik.
Geliyorum diyen depremin felaket etkisini azaltacak çok şey yapabilirdik oysa. Biz hala kupon arazilere binalar dikiyoruz, AVM’ler dikiyoruz, uyanık belediyeler, müteahhidler boş alan görmeye kalsın. Kısaca yarın ki kötü kaderimizi oluşturmaya canla başla çalışıyoruz.
Ülkemizin en verimli toprakları aynı zamanda en çok deprem riski taşıyan bölgesi de . Örneğin Adapazarı birinci derece deprem bölgesi ve alüvyonlu Akova üzerine kurulu. Zemin dördüncü zaman başlarında oluşmuş. Dolayısıyla Adapazarı zeminlerinin üzerinden uzun zaman geçmemiş, henüz sıkılaşmamış ve genellikle birbirleriyle gevşek tutturulmuş genç sedimentlerdir.[2) . Depremde zemin yapısı çok öenmli. Deprem sırasında deprem dalgalarının sert ve kaya zeminlerden geçişiyle gevşek zeminlerden geçişi ve yıkım etkisi çok farklıdır. Deprem sırasında gevşek ve sıkışmamış zeminler, zemin hakim titreşim periyodunu büyüterek depremin yıkıcı etkisini arttırmaktadır.
Müteahhid dürüst olarak sağlam bina yapsa dahi yıkılmadan zemine gömülebilir. Tıpkı 17 Ağustos depreminde bazı binalarda karşılaşdığımız gibi.
Bir sonraki yazımda değineceğim gibi o zaman buralar tarım arazisi olarak kalmalıydı. Orda yaşıyan yerleşik nüfusu doyuracak kadar irat elde edilirdi. O nüfusun da yoğunluğuna göre dikey yapılaşmasına gerek kalmaz herkes bağının bahçesinin bir köşesine yaptığı müstakil en fazla 2 katlı evlerinde -deprem dahi olsa- huzur içinde yaşamaya devam ederdi.
Geçmiş 17 Ağustos anımı aşağıda anlatmaya çalışacağım. İnşallah ufak da olsa bir uyarı etkisi olur.
Deprem sadece binalarımızı yıkmadı , moralimizi, geleceğe bakışımızı da adeta yıkmıştı. Depremin olduğu gün haberlerde ekmek sıkıntısından bahsediyordu. İçimiz yanmış ev birkaç Telekomda çalışan arkadaşımızla ne yapalım diye düşünüyorduk; Üç onlardan bir de ben (Ben o vakitler Netaş çalışanı idim ve onları müşterim olmakdan ziyade dostlarım olarak görüyordum tıpkı diğerler müşterilerimde olduğu gibi) ufak bir plan yaptık.
Telekomcular kurumun ana deposundan iki kamyon ayarladılar.Kamyonun birine Etlik caddesindeki bir fırından, diğer arabaya da Halk Ekmek’ten -müdürü arkadaşımdı (Ali İlkbahar) – ekmekleir doldurduk. Su yoktur diye de BİM mağazasından 5 Litrelik suları arabanın boş kalan yerlerine yerleştirdik. Gözümün önünde deprem sonrası çadırların önünde hep çocukların o zavallı çaresiz halleri gitmiyordu. Arkadaşlara haber vermeden Metro Marketten iki büyük kutu da çikolata aldım. TT ci bir arkadaşım kutuları yerleştiriken ‘’Herkes ekmek bulamıyor, sen gitmişsin çikolata almışsın’’ diye hafif yollu sitem etti. Bu arada eşi sağlık memuru olan ve geçici olarak Sakarya Devlet Hastanesinde görevlendiirlen bir Telekomcu arkadaşımızda gelip bizi uğurlarken , eşinin de telefonunu bize verdi.
Sakaryaya vardığımızda gece olmuştu. Önce devlet hastanesinde arkadaşın eşini bulduk. Ün geceden beri uyumamış.Çadırda kestirirken uyandırmışız. Hastanenin morgu cesetlerle dolmuş. Artanları hangar gibi bir alanda, yerlerde beyaz kefene adeta paketlenmiş gibi yatan sayamadığımız kadar cesetler ve bizim çaresiz hüzünlü bakışımız. Kimi kısa , kimi uzun bu kefenli cesetlerin çocuk ya da yetişkine ait oldugunu tahmin edebiliyorduk.
Dışarda Ulusoy firmasının koca koca tırlar duruyordu. Arkadaşın eşine onlarıda sorduk. Soğuk hava depolu meyve sebze tırları imiş. Şimdi içinde cesetler var, üst üste diye hüzünle karışık izah etti. Sakarya sokaklarında dolaşıyoruz. Her taraf ölüm sessizliğinde, bazı binalar yıkılmamış adeta toprağın içine gömülmüş ve 3. Kat zemin seviyesine gelmiş.
Valiliğe geldik. Önü adeta ekmek dağı olmuş. Yine de bir yetkili aradık. Nöbetci memurla görüştük ‘’Efendim dün geceki TV haberinden sonra adeta hayırsverler buraya ekmek yağdırıdlar’’ dedi. İhtiyacımız yok dediler. Hatta Gölcüğe, Yalova veya Akyazıya götürmemizin daha doğru olacağını belirtti.
Sabaha kadar uyuyamadık zaten uyuyacak yerde yoktu. Çadırkente gittik. Çaresiz dün geceden beri uyumayan aileler kenarlarından bacakları dışarda kalmış şekilde çadırlara uzanmışlar, halen huysuzluk yapan ufaklıklar ise kimisi anne kucağında, kimisi ayağında ayakkabı bile olmadan çıplak ayakla dolaşıyorlar. Kadınların bir kısmı ağlamaklı, belli ki yakınlarını kaybetmiş, bir kısmı çaresiz gözlerle boşluğa bakıyor, adeta hipnotize olmuş gibi.
Sabah erkenden yola koyulduk. Körfez kavşağını geçip gölcüğe yöneldiğimizde bizi bir supriz bekliyordu. Yol boyu dizilmiş arabalar ve yolun ortasında ellerinde sopalarla yolları kesmiş gençler. Bizimde yolumuzu kestiler. Geri dönmemizi istediler. Bizde Telekomdan geliyoruz , arızalara bakacağız dedik. Elinde sopalı gençlerden biri ‘’Dün akşamdan beri zaten telefonlar çalışmıyor, halledin o zaman’’ diye sert bir sesle ultimatomunu verdi. Bizden başka tek ambulans ve itfaiye araçlarına izin vermişler. Hava aydınlanmış, deperimin 2. Gününe giriyorduk. Halen çıkarılamamış cesedlerin yaydığı o hafif tatlımsı koku Gölcük sokaklarına denizden gelen esintiyle şehrin üzerine kabus gibi yayılıyordu. Binaların yarıdan fazlası haraptı. O özene bezene hanımların tül perde uçlarına yaptığı dantellerin yarısı toprağa gömülmüş, gözü gibi baktıkları eşyalar iki beton arasında adeta sandiviç gibi ezilmişti. Yavaş yavaş ilerliyerek yolun deniz tarafında kalan telekom binasına da uğradık. Bekçi karşıladı bizi.’’ Bina girilmiyor efendim,bırakın arızayı yapmayı’’ kapısında koca bir kilit vardı.
Belediyeye uğradık. Onlarda ekmek çok fazla geldi dediler. Görevli ‘’Yalova tarafına geçin diyeceğim ama yol kapalı , ama yukarda çadırkent kuruldu , belki ailelerin bazılarının ihtiyacı olabilir ‘’ dedi. Kamyonun birisi ile şehrin çıkışında tepeden kurulan çadırkente geldik. Sahne bildik sahne, ağlıyanlar, çaresiz bekliyenler.
Sorduk birkaç aileye , sadece su istediler. Suları hemen boşalttık. Bu arada gözüm yine çadırların arasında oynaşan çocuklara takıldı. Aklıma çikolata kutularım geldi.Hemen onları da indirdim. Kutuları açtım. Çadırın etrafında dolaşan çocukları çağırdım, ellerine çikolataları tutuşturdukça gelenlerin sayısı arttı ve birden kamyonun önü doluverdi.On dakika geçmedi iki kutuları boşaltmış oldum. Durumu izliyen ve daha önce beni çikolata aldı diye eleştiren arkadaşım ‘’Asıl işi sen biliyormuşsun, biz hata yapmışız’’ dedi hafif gülerek.
Daha sonra şehrin içinde çaresiz kurtarma çalışmalarını izledik. Kepçe sınırlı sayıda , bir bayan kopup geldi deniz tarafından. Binada kurtarma çalışması yapan kepçe operatörüne yalvararak ‘’benim evde bir ses duydum, eşim olabilir, ne olur oraya gel’’ diye yalvarıyordu adeta. Aylar boyu o bayanın sesi kulaklarımdan gitmedi.
Geri döndük.Şehrin çıkışında aynı sopalı gençler. Bu defa daha öfkeli ‘’Telefonlar halen çalılmıyor, ne halt etmeye gittinizde dönüyorsunuz’’ diye azarladılar bizi.
Akyazıya uğradık. Şehrin çim saha şeklindeki okul bahçesinde vatandaşlar toplanmış. Neyse ki bir kamyondaki ekmekleri erittik. Ordan Hendeğe geçtik. Hendekte de ekmeğe ihtiyaç varmış. Ama o günde dahi belediye başkanı kendi üzerinden bu yardımın yapılması derdinde. Biz itiraz ettik. Millet can derdinde siyasetci farklı amaçlar peşinde. Biraz dolaştıktan sonra bir gruba diğer arabadaki ekmekleri teslim ettik. Yine gece olmuştu. Kamyon şoförleri biz uykususuz gidemeyiz restini çekince bizde Hendekten Trabzon’a giden bir minibüse atladık. Minibusun arkası boş gibiydi, ama o Gölcükteki cesed koksunu burda da hissetmeye başlayınca , arkaya iki kefenli cesed uzattıklarını gördük. Öğrendik ki Baba ocağına –Trabzona- defnetmeye gidiyorlarmış, sessiz sessiz ağlayan bayanların yanında bulunan genç delikanlıdan. Minibüs Bizi Geredede deki otobüslerin durduğu bir benzin istasyonunda bıraktı. O gün nadir olarak gelen şehirler arası otobüsten birine binip sabaha karşı Ankaraya gelebildik. Allah bu acıları bu topluma bir daha yaşatmasın dileğimle…
(1) Rum Suresi 41. Ayet
(2) ÖZTÜRK, E., 2006, ADAPAZARI OVASINDAKİ ZEMİNLERİN GENEL DAĞILIMI VE UYGUN ZEMİN İYİLEŞTİRME YÖNTEMLERİNİN BELİRLENMESİ, SAKARYA ÜNİVERSİTESİ FBE