Reklam
tvTürk

Protez Bacakla, Maraton Koşmak…!

Cemal DOĞAN

Cemal DOĞAN

1961 yılında Ankara’da doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini, Altındağ’da tamamladı. Eskişehir Açık Öğretim Fakültesi Sosyal Bilimler bölümünden, “alaylı” olarak başladığı gazetecilik mesleği nedeniyle eğitimini yarıda bıraktı. 1988 yılında, ilk olarak Ekonomi Dünyası ve Yerel Yönetimler Gazetesi ’nde stajyer olarak çalıştı. Profesyonel mesleğine FotoSpor Gazetesi ’nde adım attı. Daha sonra,“Polis-Adliye” muhabiri olarak sırasıyla Meydan, Sabah, Star, Bugün ve HaberTürk Gazetelerinde görev yaptı. İki kez, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ’nin “Türkiye Gazetecilik Başarı ödülü” sahibi oldu.

Nerden sardım başıma, bu yazarlık işini.! Haber yazmak, daha kolaymış. Şimdiye kadar, ortalama bir hesap yaptım, baktım minik Seda’nın o ünlü gazoz reklamındaki “On yüz bin milyon” hesabına çıktı, vazgeçtim. Bu arada, habercilik kolay derken, bazen bir başlık, bazen de bir fotoğraf veya yorum yapmadan düz bir anlatımla verileni kast etmiştim. Gerçekte, zor tabi, en küçük bir yanlış bilgi veya resim, hatta tek bir harf bile, bazen onarılması imkansız durumlara neden olabiliyor. Ancak, itiraf etmeliyim ki yazarlık çok farklıymış. Çünkü tamamen yoruma dayalı, en önemlisi duygularını da istiyor senden.

Mesela, şu an olduğu gibi. İçimden, hadi bugün güzel olumlu bir şeyler düşün ve döktür bakalım geçiyordu. Aslında önceden kafamda vardı, çiçek, böcek ne bileyim sevgi falan gibi şeyler bilirsiniz işte. Ama yok, olmuyor, istesem de, bir türlü beceremiyorum. Kendime, son bir kez ”Oğlum, havuz yazarlarını getir aklına. Adamlar, büyük büyük köşelerinden her telden çalıyor. Hadi yaz gitsin, sana mı kaldı, milletin derdi.?” diye gaz veriyorum. Ih, nafile, beni kendime yabancı hissi veriyor. Ülkemin siyaseti, ekonomisi, halkın bunca iç karartan derdi varken, nasıl  “çok pembemsi gördüm seni.!” olabilirdim. Yok, öyle bunalım, depresyonda falanda değilim. Tabi ki sorunum yok değil, bizim de kendimize göre, ülke gerçeklerinden payımıza düşeni almışlığımız gün gibi ortada. Kaldı ki, derdim olmasa da, kendimi bildim bileli bu topraklar da boynu bükük, mutsuz insan olmasın ideali ile yaşadım. İşte, meselenin bam teli tam burada sanırım.  Yani, sokağa çıkmak birileriyle oturmak,  konuşmak,  çevreni gözlemlemek. Ve sonra, yalnızlığında kafana takılanları yeniden düşünmek ve nihayetinde paylaşmak.!

Fark ettiniz mi bilmiyorum, ama insanlar son günlerde döviz kurlarını yine takibe başladı. Bu durum, pek hayra alamet değil. Sanırım, 31 Mart yerel seçimleri ve sonrası yaşanacağı belirtilen ekonomiye yönelik yorum ve haberlerden etkileniyorlar. E haksız da sayılmazlar, an itibariyle belirsizlik  koca bir sis gibi çökmüş, zengini fakiri önünü göremez halde değil mi.? Çalışanı işsizlik, çalışmayanı yeni ağır zamlar korkusu sarıp sarmalamamış mı.? Ekonomi alanında, gerçekten uzmanlığı tartışılmaz, eyyamcı olmayanları izliyorum. Neredeyse tamamının genel değerlendirmesi ve ortak görüşü, “Siz,1 Nisan’dan sonra görün.!” şeklinde ürkütücü bir tablonun bizi beklediği yönünde. Hal böyleyken, birilerinin endişelerimizin boşa olduğu gerçeğini gözümüze sokması gerekmiyor mu.?  

Devletin resmi kurumu TÜİK’in, Ocak ayı enflasyon oranı yüzde 20’nin üzerinde açıklanırken, analizciler, bunun çok daha üstünde olduğuna dikkat çekiyor. Kurumun raporuna göre, vatandaşın bir önceki yılın aynı ayına göre giyecek, yiyecek, konut, ev eşyası tüketiminde düşüş yaşandı. Peki, nelerde artış yaşandı.? Hiç şaşırmadım diyebilirim, yapılan bütün zamlara rağmen sağlık, eğlence, kültür, lokanta ve otellerde artış gerçekleşmiş. Açlık sınırı 2 bin 29 lira olanların, ”göbek” atmayacağını düşünürsek, bu tüketimin, kredi kartına abanan ve yoksulluk sınırı 6 bin 609 lira durumunda olup, ”battı balık, yan gider” diyenler olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Kredi kartı borçlu sayısı 54 milyon, bunlardan 5 milyonu “Yasal takibe” girmiş, yani mahkemelik. TESK Başkanı Bendevi Palandöken, 2017’de bu konuda vatandaşı uyarmış ve “ Kredi kartı borçları, ev de huzur bırakmaz, boşanma, depresyon, intihar, aile içi şiddete neden olur. Kredi kartlarına fazla yüklenmeyin, alışverişleri imkan varsa nakit ödemeyle yapın” demişti. Daha düne kadar, yaklaşan kötü günleri fark ettiği halde, cılız ses çıkaran patronlar kulübü TUSİAD, geçenlerde adeta “felaketin resmini.!” çizmedi mi.? Neyse, daha fazla ne söze, ne de görünen köye kılavuzluğa gerek yok. Bilen biliyor, gören de görüyor artık.

Çok değil, hani şu malumunuz dış güçler geçen yıl dövizi uçurup, paramızı pula çevirmeden önceydi. Ayın markette, çok sayıda Rus ve benzer ülke vatandaşları ile karşılaşırdık. Garipler, en çok sevdikleri özellikle Karpuz’u bir dilim, Muz’dan iki üç tane alırlardı. Kasa da sıra beklerken, bazılarımızın küçümseyen, biraz da yadırgayıcı şaşkın bakışlarının hedefi olduklarını anlıyorlardı sanırım.

Şimdilerde, çoğumuz aynı durumda olduk galiba. Her bir şeyi kilo ile alanlar, en iyisinden seçtikleri ikişer üçer sebze veya meyve ile kasaya ezik yanaşıyorlar. Ya Ruslar.. ? Eski sistemin yokluğunu, iliklerine kadar yaşamış bu insanların hali.? Değeri düşen paramızdan olacak, alışverişleri bizi geçtiği gibi, hiç de öyle “gülme komşuna, gelir başına” türünden havalarda hissetmedim. Kışın, siyah ve gri alışkanlığı olan bizlerin aksine, rengarenk giyimlerine uyumlu ve neşeliler. İçinde mutlaka bir Şarap veya Votka’nın bulunduğu, üstelik poşetli, gülümseme tasarruflu bizlerin arasından sıyrılıp evlerinin yolunu tutuyorlar.

Bakın bu izlenimleri, dokuz yıl önceden ucuz bir kirayla tutup oturduğum başkentin Çankaya’sından yazıyorum. Öyle orta gelirli, memur ve işçi semtlerinden değil. Kaldı ki, oralardan da bihaber değilim. Hasta annemi ziyaret için haftada en az iki kez Keçiören semtine de gidip geliyorum. Nüfusu, nerden baksan bir çok şehirden büyük bir semt. Her kesimden insanların yaşadığı, son mülteci akını ile adım başı Suriyeli, Afganlı veya Özbek benzeri yabancılarla dolmuş bu semtte, insanlar nerede bir ucuzluk var, oraların keşfi peşinde. Yani sorunun boyutu, öyle “kaymak veya varoş semt” tabir edilen ikilemi çoktan aşmış, herkesin ortak derdi haline gelmiş.

Gittiğimde, gözlerine mutluluk dolan annemin bu sayede iştahının da geldiğini söyleyen ablam, birkaç ay öncesine kadar hiç ummadığım bir “kemer sıkma politikası” başlatmış bile. Benim, Çankaya’da marketten aldığım sıradan bir süte, peynire veya zeytine verdiğim ücreti, 15 ila 100 kuruş düşüğe almak için onlarca dükkan gezdiğini belirterek eleştiren ablam, olmadığımı bildiği halde “Tabi siz zenginsiniz!” diye ciddi ciddi fırça atıyor. Kendisi, geçmişe oranla, çamaşır bulaşık makinesi ve televizyon çalıştırmayı azaltmış, salçadan çorbaya, turşudan ekmeğe kadar daha bilumum temel gıda ihtiyaçlarını aldığı ucuz malzemelerle evde yapmaya başlamış. Tek geliri emekli maaşı olan ablam, artık “illallah” dediği ve bütün kısmalara rağmen “hayatın olağan akışına” aykırı faturalardan bunalmış, zamanının büyük kısmını, bakımı ihmal edilemeye gelmez annemi bırakarak, söz konusu kurumlara itirazla bir sonuç alma peşinde koşarak geçiriyor.

Canan hanım, kocasından kalan evde, tek bacağı bir ambulansın ihmalkarlığı nedeniyle kesilmiş “aslan gibi” gencecik bir evladının acısı ile şiire başlamış. Hayatının baharında evladı, yaşamdan, dahası çok sevdiği kedisine bile küsmüş. Bir “Protez” taktıramadığı için, tuvalet ihtiyacı dahil en temel insani işlevlerden mahrum oğluna “Devlet baba” yardımı için muhtarlığa gidiyor. Kraldan çok, kralcı muhtarımız, “Bana, zengin olmadığını ispatla” diyerek, onlarca bürokratik belge istiyor. Bakıma muhtaç oğlunu evde yalnız başına koyup, oturduğu ev ile emekli maaşı dışında, başkaca bir geliri olmadığına ilişkin belgeleri topluyor. Ama bunlar yeterli bulunmayınca, kadıncağız piyasa fiyatı en düşük 10 bin liradan başlayan “Protez” için, hem dua ediyor, hem de elini uzatacak “beyaz atlı, sosyal devlet” hayalinin ümidiyle yaşama tutunmaya çalışıyor.!

Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) Başkanı Anıl Alirıza Şohoğlu, ekonomik durumdan “Neredeyse falcı getirip, Tarot açalım diyeceğiz” diye yakındı. İnanmam ben fala mala, ama laf olsun diye ikram ettiği kahve falıma bakıp geleceğime ilişkin önemli şeyleri bilen Semra hanım geldi aklıma. Geçenler de, Tarot ve fal uzmanı Semra hanımı gördüm. Önceden onlarca kişinin geldiği kapısına, artık hafta da birkaç kişi dışında gelen olmadığı gibi, en çok ziyaret edenin ev sahibinin olduğunu söylüyor. Tahmin edeceğiniz gibi, fal baktırmaya gelmiyormuş ev sahibi, 700 liralık kirasını aksattığı için tahliye edecekmiş. Şohoğlu bilmiyor ki, biriken faturalar, evden çıkarılma girdabındaki Semra hanımın, bugünler de kendi meçhulünü merak ettiğini, konuşuyor işte.!

Cemal DOĞAN

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ